Bir Roman Kahramanı Olsam Daha Mı Değerli Olurdu Hikâyem?
Bir Roman Kahramanı Olsam Daha Mı Değerli Olurdu Hikâyem?
“Yine aynı saatte uyandı. Bir buçuk aydır biraz da mecburiyetten kurulan yeni hayatında uyku da kendine bir düzen bulmuştu. Gece yarısı başlayıp ertesi sabah dokuza kadar hüküm sürüyordu. Kadının bundan şikâyeti yoktu, sabah saat kaçta olursa olsun bir yere yetişecek olmak onu strese sokardı. Saat dokuz ve gidilecek tek yer günün ilk denizi… Daha ne olsun? Yüzümü denizde yıkıyorum, diye anlatıyor olsa da tabii ki önce yıkama köpüğü ile cildini yıkıyor, dilini temizliyor, dişlerini fırçalıyor, bikinisini giyiyor, yüzücü gözlüklerini takıyor ve derin bir şükür duygusu ile kendini diplere bırakıyordu. Önünden telaşla kaçan bir balık, dalgaların yönünde salınan yosunlar, tonozlar, bazen de teneke kutular, plastik şişeler… Bir ay önce tek seferde kulaçlayamadığı mesafeyi nefesini kaybetmeden tamamlamaya başlamıştı. 'Yaş elliye dayandı, artık uzun yüzemiyorum'un koca bir bahane olduğunu görmek hoşuna gidiyordu. Birazdan sudan çıkacak, hortumla minik bir duş alacak, denize girmeden önce koyduğu kahveyi fincanına dolduracak ve bilgisayarının başına geçecekti. Soldaki kafeden The Cranberries, sağdakinden Hande Yener çalmaya ve tentenin arasından güneş tam da omzuna vurmaya başlamadan önce iki saati vardı teslim etmesi gereken yazıyı tamamlamak için. İlk yudumu aldı, ekranı açtı, dünden bir şeyler karaladığı dosyayı açtı ve yepyeni bir giriş yazmaya başladı:
Yine aynı saatte uyandı. Bir buçuk aydır biraz da mecburiyetten kurulan yeni hayatında uyku da kendine bir düzen bulmuştu…”
Anlaşıldığı üzere -yani umarım anlaşılmıştır- bu satırları yazan ile yaşayan aynı kişi ve hikâyenin kahramanı da benim. Yazarken bile içim bir tuhaf oluyor, ben mi, kahraman mı? Yazarken keyifliydi oysa… İnsan bir roman okurken kahramanın yemesi, içmesi, yürümesi, üstünü giyinmesi, konuşması, düşünmesi, uyuması, uyanması nasıl değerli anlar olarak iz bırakır üzerimizde değil mi? Şimdi ne yapacak, o teklife evet diyecek mi, gerçeği öğrenecek mi, kapıdan çıkınca karşısına kim çıkacak? Tüm bunları heyecanla bekleriz, merak ederiz, hatta uzak kalınca özleriz, bazen o kitap bitmesin isteriz. O hikâyenin yağmuru daha romantik, restoranları daha ilginç, yemekleri daha lezzetli, evleri daha özgün, manzaraları daha güzel, insanları daha tanışılası, maceraları daha yaşanılasıdır.
Neden?
Çoğumuz rahatlıkla hayatımı yazsam roman olur diyebiliyorken iş kendimize kendi hikâyemizin kahramanı olarak bakmaya geldiğinde, bir başka romandaki kahramana gösterdiğimiz ilgiyi, merhameti, sevgiyi, desteği, merakı, güveni neden hissedemeyiz?
Bugün yazıya romanlar ve kahramanları üzerinden giriş yapmış olsam da iki aydır mesleğim gereği gazetecilik metaforu üzerinden ilerliyoruz, tekrar oraya dönelim. Zaten çok da fark yok gibi… Bir gazeteci kiminle röportaj yapar? Bir sebeple -bu bazen negatif bir sebep de olabilir- toplumun merak ettiği, sesini, hikâyesini, bazen tavsiyelerini duymak isteyeceği kişilerle, haber kahramanlarıyla. İlk röportaj, özel haber, hele ki çarpıcı yanıtlar alındıysa şok şok şok'lar… İşte biz burada kendimizden kendimize gazetecilik yapıp kendi şok haberlerimizi bulacağız ki gerçeğimize ulaşalım. En başta koyduğumuz niyet buydu, kendi gerçek gerçeğimize ulaşmak. Derinleşmek, kazmak, bakmak, biraz daha kazmak bazen.
Kendinizi, bir gazeteciye röportaj verecek değerde görüp geçen ayın sorularını yanıtladıysanız ne mutlu bana da size de…
Ne sorusu mu? Hemen önceki bölümün özetini verelim.
Geçen ayın yazısında, gerçeği bulmak için kendi peşimize düşmüş, kendimizle bir röportaj randevusu ayarlamış ve bazı sorular sormuştuk yine kendimize. Amacımız ana akım medyanın akımına kapılmadan, tetiklenmeden, korkmadan, taraf olmadan özgün ve kişiye özel bir habercilik yapmaktı. En büyük farkı ise kamuoyuna sunulmayacak, yayınlanmayacak bir röportaj olmasıydı. En azından şimdilik…
Yazıyı ABD'li çoksatan yazar Dr. Joe Dispenza 'nın Kendiniz Olma Alışkanlığını Kırmak adlı kitabından ve orada sorduğu bir sorudan bahsederek bitirmiştim ancak soruyu sormamıştım. Soru şuydu:
Orijinal Olmaya Cesaretiniz Var Mı?
Okuduğunuz an içinizden geçen yanıt neydi? Aklınızda tutun ya da bir yere not edin ama şimdilik bu soruya takılmayacağız. Ancak ana meselemiz hep bu sorunun etrafında dönecek.
Özellikle kurumsal hayatta çalışmak orijinal olmanın bir risk olduğuna inanmamıza neden olabilir. Ancak nice insan var ki -bazılarını şahsen tanıyor bazılarını uzaktan izliyorum- o en kurumsal koltuklarında o en orijinal halleri ile oturabiliyorlar, üstelik de fark yaratıyorlar. Herkesin tanıdığı ünlü isimlerden bahsetmiyorum, sizin gibi, benim gibi insanlar onlar da.
Onların hayatına baktığımda, kendi yaşam deneyimimi de eklediğimde ve psikoloji alanının sunduklarına da bakınca bu yazının soruları şekillenmeye başlıyor zira biz orijinal olmanın riskli olduğu bilgisini çocukken kaydediyoruz.
Nasıl bir çocukluk geçirdim?
Çocukluğumun iklimi nasıldı?
Bol güneşli mi, arada yağmurlu mu, huzurlu mu, kavgalı mı, korkar mıydım, özellikle korktuğum bir ebeveyn var mıydı, şımarmaya hakkım var mıydı, sevildiğimi hisseder miydim, duygularımı ifade etmekte özgür müydüm, iyi bakım aldım mı, maddi-manevi zaruri ihtiyaçlarım karşılandı mı yoksa ihmalkarlık mı hatırlıyorum? Şoklar var mı, ya istismar?
Cevaplar geldikçe bir bakacaksınız yeni sorular ortaya çıkacak daha doğrusu bu sefer aksi yönde cevaplar sorulandırılacak, devam edin.
İnsanın yetişkin farkındalığı ile dönüp çocukluğuna bakması o zaman anlayamadığı birçok konunun adını koyabilmesini sağlıyor. Bunu, ebeveynlerimizi ve diğer aile büyüklerimizi suçlamak için değil, onların o zamanın ve kendi psikolojik durumlarının gereği olarak ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarını kabul edip varsa bizde kalan arazları fark etmek için yapacağız. Bugün her neyi yapmakta zorlanıyorsak oranın anahtarı da işte buralarda saklı.
Dr. Gabor Mate, Vücudunuz Hayır Diyorsa adlı eşsiz kitabında şöyle bir soru sorar:
“Çocukken kendinizi üzgün, berbat veya kızgın hissettiğinizde etrafınızda konuşabileceğiniz kimse var mıydı, bu kişi sizdeki negatif duyguları harekete geçiren kişi bile olsa?” Ve ardından şunu ekler: “Bu kitap için görüşme yapılan çok sayıda yetişkinden biri bile şu soruya olumlu yanıt verememiştir.” Bu kitabın konusu o en korktuğumuz kronik hastalıklar… Düşünün ki şu yalnızlık, fizik bedende nice hastalığa sebep olurken bizim günlük yaşantımızda kim bilir nereleri etkiliyordur. Burası işin tatsız tarafı…
Ama işte gazeteci siz, size çocukluğunuz ile ilgili bir soru daha soruyor şimdi. Daha keyifli bir soru.
Çocukken kendiliğinden ortaya çıkan ya da aile içinde kendiliğinden öğrendiğim, sıradan bir şey gibi yapageldiğim, birileri için imkansızken ya da akıllarının ucundan dahi geçmeyecek bir şeyken benim çok iyi yaptığım, üstelik yaptığımda çok iyi hissettiğim ve hatta birilerinin de çok iyi hissetmesine vesile olduğum neler var?
Bu soruların cevapları bizi yoldan çıkarmayacak, hayatımızı baştan aşağı değiştirmemizi de gerektirmeyecek (bazen bu da olabilir elbet) ancak bugün her ne yapıyorsak ona bir renk, bir ışık, bir tat getirecek ya da yaptığımız ve olduğumuz her şeyden yepyeni bir şey ortaya çıkaracak.
Lütfen sadece hatırlamaya başlayalım…
Bir sonraki yazıda buradan devam edeceğiz.
Farkında kalın.
*Dijital Network Alkaş (“DNA”), blog yazarı tarafından DNA'da paylaşılan içeriklerin doğruluğundan, geçerliliğinden, güncelliğinden ve telif hakları konusundaki iddialardan sorumlu değildir. Tüm hukuki ve cezai sorumluluk blog yazarına aittir.