Nasıl Daha İyi Yazabilirim: Söz Uçar, İçerik Kalır
Nasıl Daha İyi Yazabilirim: Söz Uçar, İçerik Kalır
Neredeyse yirmi yıl önce metin yazarlığı yapmaya başladım. O vakitler tek tük olan web sitelerinin kurumsal içeriklerini yazıyordum. Farklı sektörlerden müşterilerim vardı ve her yeni müşteri ile ben de bambaşka bir işin inceliklerini, temel dinamiklerini, nedenini ve nasılını tanıyordum. Müşterilerim arasında mimarlık ofisleri, CNC kesimciler, restoranlar, kimya şirketleri, otomobil servisleri, okullar, doktorlar, herkes ama herkes vardı. O kadar zevk alıyordum ki anlatamam. Her birine bir slogan buluyor, iş modellerini parlatıyor, kendilerinin bile bulup dile getiremedikleri misyonlarını, purposelarını hemencecik kavrıyordum. O kadar çok iş geliyordu ki zaman içinde daha büyük işlerde çalışmaya başladım.
Yüzlerce insan, sayısız sektör tanıdım.
Yıllar içinde web sitelerine özel metin yazarlığı hizmetim evrimleşti. Aldığım muhabirlik eğitimi sayesinde konuşma metinleri, köşe yazısı danışman editörlüğü, araştırma hizmetleri gibi alanlara usulca, tatlı tatlı taştım. Bütün bunlar beni yolun bir yerinde önce dergicilikle, sonra kitap editörlüğüyle karşılaştırdı. Sene 2011 olmuştu. “İçerikçilik” önem kazanıyor, dijitalleşme tam gaz ilerlerken bizlere yeni beceriler kazandırıyor, mecralar değiştikçe “içerikçilik” de hem önem kazanıyor hem de bambaşka kılıklarda iş dünyası için vazgeçilmez oluyordu.
En nihayetinde bir şirket kurdum: Büyük Harfler İçerik ve İletişim Tasarımı (şen başlayıp yaslı biten bu maceramı başka bir vakit anlatırım).
O yıllarda artık neler yazıyordum biliyor musunuz:
- Web siteleri kurumsal içerikleri
- SEO uyumlu kurumsal içerikler
- SEO uyumlu blog yazıları
- Web portallarının aktüel içerikleri
- Sosyal medya içerikleri (başlangıçta sadece facebook elbette)
- Konuşma ve sunum metinleri
- Basın bülteni
- Reklam metinleri
- Dergi içerikleri
- Röportajlar vs.
Üzerinde, içinde, sağında, solunda yazı olan her şey için yazıyordum.
Bugünden o zamana baktığımda iyi bir vizyonermişim diyorum. Evimin içinde, kimi zaman salonda kimi zaman mutfak masasının üzerinde yıllar boyu içerik üretmiş, bunun özelinde iletişim danışmanlığı vermiş, bu alanda rağbet gören bir isim olmuş ve artık şirketimi de kurarak uzmanlığımı “resmileştirmiştim”.
Ne iş yaptığımı soran sayısız kişiden yıllarca şu karşılığı aldım: “Aç kalırsın sen, bunlar boş işler.”
Şirketimi kuracağım vakit bir arkadaşıma iş fikrimi anlattığımda, “Kızım deli misin, kaç tane web sitesi var ki?” demişti. Ben de ona, “Olacak,” diye cevap vermiştim.
Nitekim tam da düşündüğüm gibi oldu. O gün arkadaşımı iş fikrimle ilgili ikna etmeye çalışırken “yazamayanlar pek yakında hayatta kalamayacak” demiştim, gerçekten de çok kısa bir süre sonra, tam da söylediğim gibi olmuştu. Çağ, bizden yazmamızı istiyordu: E posta, SMS, kurum içi mesajlaşma uygulamaları, whatsapp, instagram, facebook, tumblr, linkedin, bloglar, yorumlar, forumlar… Bir yerde var olmak, yazmakla mümkün olmuştu. Böylece anlatmak her zamankinden daha elzem olurken, yazarak anlatmak her şeyden daha önemli bir hal aldı. İçerikçlik “boş işken”, artık çağın parlayan mesleği olmuştu. Profesyonel hayatta ise yazabilenler, anlatabilenler sadece hayatta kalmadı, aynı zamanda gelişti, büyüdü, kocaman oldu. Bugün ise artık “içerik üreticiliği” adlı bir meslek var işte.
Peki sizce ben henüz 20'li yaşlarımdayken, üstelik evimden hiç çıkmadan bütün o şeyleri öncelikle anlayabilmeyi ve sonra anlatabilmeyi nasıl başarıyordum? Çok mu zekiydim, edebiyatım mı iyiydi, bir sanatçı mıydım, özel yeteneklerim mi vardı? Bunlar sayesinde, bunlar nedeniyle mi yapabiliyordum? Bence değil. Yazının, sanat yapmadığımız sürece, teknik bir mesele olduğunu biliyordum aslında, benim farkında olduğum şey buydu.
Şimdi size meslek sırrımı söylemek istiyorum, farkında olduğum ilk şeyi: “Yazmak, sanat değildir; yazı, sanat eseri değildir.”
Yazının çok büyük bir kısmının aslında teknik bir beceri olduğunu, içeriğin hamur gibi işlenen bir hammadde olduğunu ve dil becerileri geliştikçe yazmanın da geliştiğini anlamıştım. İnsan yazdıkça, daha iyi yazıyordu. Anladığını, anlaşılmasını istediğin amaca uygun biçimde kelimelerle ifade etmek işiydi yazmak. Malzemen ise aklındakiler, kelimeler, boşluklar ve noktalama işaretleriyken, makinen havsalandı. Yazı işi, senden sadece belli bir kafa yapısını kullanmanı bekliyordu.
Sonrası hedef, yaklaşım, anlayış, bilgi; hepsi buydu. Maharet kısmı ise bunları aklıselimle, zevkle ve bilinçle kelimelere dökmekteydi.
Yazmak bir eylem, yazı da bir üründür. Sanat, aynı işin bambaşka bir boyutudur. Yazdığımız her an sanat yapmıyoruz, her yazdığımız da sanat eseri değildir. Bunu bir kez fark ettiğimizde yazmak, ellerimizden serbestçe akan süper güçlerimizden biri olur.
Peki ama neden herkes aslında söyleyecek çok ama çok şeye sahipken, bazıları bunları güzel bir şekilde yazamıyor? Bu soruyu çoğu insan “Çünkü okumuyorlar,” şeklinde cevaplayacaktır oysa aslında bu sorunun cevabı, “Çünkü yazmıyorlar,” olmalıdır… Yazmazsak, yazamayız; işte bu kadar basit. İster sesle ister hareketle olsun, konuşabilen herkes yazabilir.
Eskiden metin yazarlığı yaparken, bugün yazarlık ve editörlük dersleri veriyorum. İnsanların kendilerini anlatmak ve söylemek istediklerini doğru bir biçimde ifade edebilmek için yazarlıklarını geliştirmelerine destek oluyorum.
Yazmak eyleminin temelinde basitçe şu üçlü yer alır:
1. Bellek – Hepimizde var
2. Havsala – Hepimizde var
3. Dil – Hepimizde var
Elbette şimdi size yazarlık dersi vermeyeceğim, katiyen bunu amaçlamıyorum. Bunları yazdım çünkü istedim ki yazmak işinin parçalardan oluştuğu fark edilsin ve tıpkı matematik gibi, enstrüman çalmak gibi, yemek pişirebilmek gibi öğrenilebilir, yeniden yapılandırılabilir ve geliştirilebilir bir beceri olduğu daha çok insana makul gelsin. Yazının ve yazmak becerisinin illaki sanatla, edebiyatla ilişkilendirilmesi doğru olmayacaktır. Evet yazmak kolay değildir ama öyle güzeldir ki, onunla yaşamanın hayatımıza katkısı benzersizdir. Size sanatçı olabilirsiniz diyemem ama üzerinde çalışırsanız, iyi yazabileceğinizi söyleyebilirim.
Şayet yazının bizden istediklerini bilir ve onları yerine koymayı başarırsak kendimizi de anlatırız, işimizi de, fikirlerimizi de… Yazan herkes birer bilgi taşıyıcısı, deneyim aktarıcısıdır. Sözün uçup yazının kalmasındaki önem buradan gelir: biz de uçup gitmeyelim, kalalım. Bildiklerimiz, yaşadıklarımız, birikimimiz de uçmasın, kalsın.
Sevgili Alkaş ailemin bana ikram ettiği DNA platformundaki yazılarımda büyük oranda okumaktan ve yazmaktan bahsedeceğiz. Bu amaçla, yazarken yaşadığınız zorlukları ya da cevabını aradığınız soruları benimle paylaşabilirsiniz… Bu vesileyle hep birlikte daha iyi yazmak üzere öğrenmeye devam ederiz.
*Dijital Network Alkaş (“DNA”), blog yazarı tarafından DNA'da paylaşılan içeriklerin doğruluğundan, geçerliliğinden, güncelliğinden ve telif hakları konusundaki iddialardan sorumlu değildir. Tüm hukuki ve cezai sorumluluk blog yazarına aittir.